Duamızı Özleyen Bizi Özlemiş

Daha 10 gün önce Suriye’deki askerlerimiz için dualar ediyorduk. Okunan Kuranlar, çekilen tesbihler, yapılan dualar sadece askerlerimiz bir an önce sağlıklı bir şekilde yuvalarına dönsün diyeydi. Şimdi inanan herkes bu salgın hastalıktan kurtulma umuduyla yapıyor dualarını.

Duaların sahibi bize; bana gerçekten dua etmeyi unutmuştunuz mu diyor acaba?

Sebepler değişiyor ama yapabildiğimiz tek şey şu an dua etmek. 

”Olmayan ayakkabı bağcığını bile benden isteyin”, diyen yaratıcımıza fazla mı büyüklendik acaba? Yapamayacağımız hiçbir şey yok dedik. Güçlüyüz, istersek yapabiliriz; önümüzde hiçbir şey duramaz dedik. Daha çok çalıştık daha çok para kazanma amacıyla. Zannettik ki kazandığımız para  bizimdi. Hiç bitmeyecekti. Ben kazandım, ben başardım. İsyan etmedik ama dolaylı olarak fazlasıyla ben demiş olabiliriz. Şükretmeyi ve paylaşmayı unutmuş olabiliriz. Allah, çalışmamızı  ve başarmamızı bizden çok istiyordur. Ama biz yolda ilerlerken kendi gücümüze o kadar güvendik ki onu unuttuk.

Kendi gücümüzle kazandığımızı düşündüğümüz parayla organizasyonlar çılgınlığı içinde boğulduk; bir yerlerde ahirette bizden hesap soracak insanlar kanda boğulurken. Bir bebeğin sadece güvenli bağlanmaya ihtiyacı olduğunu bilmemize rağmen onu sosyal medyada bir reklam unsuru olarak kullanmayı ebeveyn olarak görev bildik. Hatta cinsiyetini öğrenme partileri düzenledik. Olsun o kadar çalışıp kazanıyoruz, tabiki çocuğumuza harcayacağız bakış açısını bir yerlerde bir yetimi sevindirmeye tercih ettik.

”Eğer duanız olmasaydı, sizin ne ehemmiyetiniz vardı?” ya da “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” diyen bir Allah’a inanıyorsak eğer yaşadığımız tüm bu olayları değerlendirebilmek gerekiyor. Hem de bu değerlendirmeyi yapalım diye bizi evlerimizde bolca dinlenmeye davet etmiş bir yaratıcı.

Korona’nın var bir hikmeti. Belki biraz da olsa sevgisini kazanabilmişsek yaratıcımızın, son viraja girmeden joker hakkını iyi kullan diyordur. Biz ona dua etmeyi unutmuşken, o yine bizi kurtarmaya çalışıyordur.

Kübra Mete

AYRILMA VAKTİ – OKULLAR BAŞLIYOR!

Eylül ayını diğer aylardan ayıran tatlı  bir farklılık var diye düşünüyorum. Bir şekilde insanların genelinin var olan rollerinde değişimlerin daha fazla olduğu bir aydır. Yaz tatili biten çocukların öğrencilik günlerinin geldiği, ebeveynlerin artık biraz daha öğretmen rolüne girdiği ve uyum süreci dediğimiz oryantasyon haftalarının  sadece okullar için değil evler için de uygulandığı bir aydan bahsediyoruz.

Okul öncesi grupları ile ilk defa çalışma tecrübemin Eylül ayına gelmesi ile birlikte kısa süreli bir şok yaşamıştım. Ağlayan çocuklar, ne yapacağından tam olarak emin olamayan ebeveynler, çocukları ikna etmeye çalışan öğretmenler derken bugün artık doğru uygulamalarla bu süreçlerin oldukça en aza indirgendiğini görüyoruz. Okulların açılması ile birlikte çalışmaktan en fazla memnun olduğum grup, okul öncesi çocukları ve ebeveynleri olmaktadır. Bu süreçte ailelerin kafa karışıklıklarını ve çocukların kendilerinin de ne olduğunu anlamlandırmakta zorlandığı duygularını iyileştirici olarak çözmeye çalışırız. Özellikle okulların rehberlik birimleri ve görevli psikologları sayesinde ebeveynler nasıl hareket edebilecekleri noktasında bilinçlendirilir.

  1. Okula ve Öğretmene Güven

Bir ebeveynin bu konuda sezgilerine güvenmenin çoğu zaman en doğru karar olduğunu düşünüyorum. Ebeveynin çocuğu için okulları araştırırken pek çok faktöre dikkat ettiğini ve sorguladığını görüyorum. Bu tutumun doğru olduğunu da düşünüyorum. Ebeveyn, çocuğunun yeri geldiğinde ailesinden daha fazla zaman geçireceği kurumu her açıdan incelemesi gerekiyor. İlk aşamada okul müdürü ile iletişim ve diğer özellikler ile okula karar veriliyor; ikinci aşamada ise öğretmen ile tanışma gerçekleşiyor. Ebeveynlerin çoğu ilk etapta öğretmenden aldıkları enerjinin yıl boyunca aralarındaki ilişki üzerinde çok belirleyici olduğunu ifade ediyor. Güven inşa etmek hem aileler hem de öğretmen açısından ilk etapta oldukça meşakkatlidir. Ancak karşılıklı anlayış ve sağlıklı iletişim kanalları ile bu güven inşası gerçekleştikten sonra ortaya oldukça keyifli bir ilişki çıkıyor.

Ebeveynlere tavsiye: Okul ve öğretmen hakkındaki sezgilerinize güvenin ve siz nasıl hissederseniz çocuğunuzun da öyle hissedeceğini hatırlayın! Çocuğunuzun okuldan geldiğinde yüz ifadesi nasıl oluyor? Öğretmeninin davranışlarını, kelimelerini ve ses tonunu dahi taklit edeceğinden onun okulda nasıl vakit geçirdiğini anlayabileceksiniz.

  1. Aile Bireyleri

Siz,  çocuğunuzun okula gitmesini gerekli görüyor olsanız bile kimi zaman aile bireylerinizin sizinle aynı fikirde olmasını sağlamaz. Bu konuda zaman zaman ebeveynlerin kendi aralarında dahi ters düşebildikleri okula gidip-gitmeme konusunun tamamen netleştirilmesi çok önemlidir. Uyum sağlama sürecinde, çocuğun çevresindeki kişilerin konuşma içeriklerinden, ses tonlarından okula gidip gitmeme noktasında nasıl davranış geliştirme kapasitesi olduğunu biliyoruz.  En sık duyduğumuz; okula gitmek istemiyormuş zaten…, tamam zorlamayın çocuğu…, daha küçük zaten…, ben gitmesini istemiyorum… gibi ifadeler çocuğun göz ve işitme radarına girmişse ve de uyum süreci biraz sancılı geçiyorsa o zaman işler daha zorlaşmaya başlıyor.

Ebeveynlere tavsiye: Gelişim özelliklerini her açıdan düşündüğünüzde çocuğunuzun okula başlamasını gerekli görüyor musunuz? Önce ebeveynler olarak siz karar verin ve ardından kendi ebeveynlerinize durumu açıklayın. Süreç içinde yaşanabilecek olumsuzluklara karşı çocuğun yanında dikkat edilmesi gerekenlerden de bahsetmek faydalı olacaktır.

  1. Veda Aşaması

Bu veda aşamasından önceki hazırlık kısmından biraz bahsetmek istiyorum. Pek çok çocuk okula başlayacağı için çok heyecanlanıyor. Çevresindeki çocuklar gibi “ben de okula gidiyorum” söylemine geçmek için sabırsızlanıyordur. Bu noktada okula hazırlık alışverişleri yapılıyor ve çocuk aldıklarını evine her gelene göstermekten çok keyif alıyor. Özellikle bu aşamalarda çocuk tam olarak ne yaşayacağını bilememektedir. Evet, okula gideceğim… Çoğunlukla bunu söyler ama soyutu anlamlandırmada zorlandığı için aslında gerçekleşecek olanları da tam anlayamıyor. Bu konuyu somutlaştırma adına oyun oynamayı öneriyorum.

Çocuk ile oynanan oyunlarda yönlendirici olmamak esastır. Ancak zaman zaman hazırlayıcı oyunlar dediğimiz oyun türlerinde biraz oyunu şekillendiriyoruz. Mesela ebeveynlere, okula yeni başlayacak olan çocuklar için evdeki legolarla, minyatür insanlarla canlandırma yapmalarını öneriyorum. Kurduğunuz okul binası, öğretmenler, çocuklar, oyuncaklar hepsi oyunda yer alıyor. Sabah kendi yatağında uyanan çocuğun hazırlanma kısmı, ebeveynle da servisle okula gitme kısmı, okul kapısındaki vedalaşma ritüeli ve iki yemek yedikten sonra eve dönme şekline kadar oyunda her şey canlandırılabiliyoruz. Siz birkaç kere yaptıktan sonra göreceksiniz ki çocuğunuz yapıyı kendi kurup içeriği kendi düzenleyecektir. Bu şekilde zihin hazırlanmış oluyor.

Bir diğer konu okulun ziyaret edilmesi. Genelde okul sadece kayıt aşamasında geziliyor ama eğer mümkünse ki okulun uygunluğu önemli olmakla birlikte ebeveyni ile zaman zaman ziyaret edebilmesi de güzel oluyor. Çocuk sınıfındaki oyuncaklarla biraz vakit geçiriyor, lavaboya gidip ellerini yıkıyor, kitaplara göz gezdiriyor ve ardından ebeveyninin öğretmen ya da okul müdürü ile sohbetini gözlemleyerek evine gidiyor. Biraz uç bir talep gibi gelebilir ki zannedersem pek çok okul böyle bir şeye izin vermiyor. Uygulamakta büyük etkisini gördüğümüz akşama doğru ebeveyni ile okula gelen çocuk modeli de çok olumlu sonuç veriyor. Şöyle ki ilk hafta zorlanma ve uyum problemi gözlemlediğimiz çocuğun okula her gün gelmesi şartı ile birlikte iki saat sonra ebeveyni ile eve gitmesini istiyoruz. Ardından okulun çıkış saatine yakın olabilir ya da tamamen çıkıştan sonra (bu konuya her çocukta farklı karar veririz) ebeveyni ile okula geliyor ve yarım saate yakın sınıfın içerisinde okulun diğer alanlarında vakit geçiriyor. Bu sırada öğretmeni de eşlik ediyor.

Buna benzer ön hazırlık çalışmaları ile sürece hazırlanan çocuk için en önemli eşik okul kapısıdır. Aynı şekilde ebeveyni için de öyledir. Ayrılma kısmı önceden pratik yaptığınız gibi gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de. Bazen umulmadık sürprizlerle karşılaşabiliyoruz. Sakin ve kararlı durmakla birlikte çocuğunuzun da ihtiyaçlarına karşı hassas olmaya çalışın. Biraz kendi sezgileriniz biraz da öğretmenlerin becerileri ile birlikte sağlıklı bir okula alışma sürecinin gerçekleşmesini temenni ediyorum. Okulun rehberlik birimi varsa ön bilgilendirme isteyebilirsiniz, öğretmenlerinizden de destek alabilirsiniz.

Ebeveynlere tavsiye: Uyum haftasında problem yaşayabilirsiniz ve ilk olmadığınızı hatırlayın lütfen! Gerekli ön hazırlıklarınızı yapmış olsanız da “her şey tamam oldu, alışacak” dediğiniz anda tam tersi de olabilir. Süreci yönetebilmek adına çocuğunuzun yanında olmamak koşuluyla muhakkak öğretmenlerinden ve psikologlardan destek alın.

BİRAZ EMPATİ:

Çocuğunuzun gideceği okulda her açıdan zenginlik olacağını hatırlayın lütfen! Çocuklar arasında kültürel farklılıklar, sosyo-ekonomik farklılıklar, bilişsel, duygusal ve fiziksel farklılıkları olanlarla birlikte engelli çocukların da olabileceğini hatırlamalıyız. İlk birkaç ay bir sınıf içerisinde buluşan tüm çocukların, hem bireysel uyumları hem de sınıf içi grup uyumlarının çalışılacağı esas alınmalı ve çocuklarımızın tüm farklılık zenginliklerini deneyimlemeleri için onlara destek olunmalı.

Diğer çocuk da sizin çocuğunuz olabilirdi!!!

 

1.Sınıfa Başlamadan- DİKKAT !!!

Her ebeveyn çocuğu için en iyi öğretmenleri, okulları, kaynakları araştırmaktan kendini alamaz. Çünkü çocuğu için en iyi olanı ister. Ancak bunların önüne geçen çok önemli bir eşik vardır. O da OKUL OLGUNLUĞUDUR. Yeterince olgunlaşamadan okula başlayan çocukların ilerleyen yıllarda nasıl zorluklar yaşadığı aşikardır. Mesleki olarak yoğunlukla mücadele ettiğim bir konudur bu. Sizden ricam önce kendi çocuğunuz için sonra çevrenizdeki kişiler için mihmandar olun! Yeterince olgun olma düzeyi ile ilgili bilgi edinilmeli ve gerekirse destek alınmalıdır.

2012-2013 Eğitim-Öğretim yılında 66 aylık çocukların 1.sınıfa başlamasıyla yaşanan problemler bugün bu konu üzerinde ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatır. Kişisel olarak çocukların 72 aylarını doldurmasını önermekteyim hatta 75-80 ay dolaylarında bulunmalarının da çok olumlu katkılar sağladığını görmekteyim. Bir sınıfta 67 aylık bir çocukla 82 aylık çocuğun aynı anda bulunma ihtimalleri de bulunmaktadır. Her çocuk için tek doğrunun olmaması ile birlikte her biri kendi gelişim süreçleri içerisinde değerlendirilir.

Yeterli zihinsel olgunluğa erişmemiş, esnekliği zayıf olan çocuklar için “1.sınıf basit zaten halleder” bakış açısı yanıltıcıdır. Her ne kadar basit olarak atfedilse de 3. ve 4. Sınıfa gelen çocuklar da tıkanmalar ve özel ders alma ihtiyacının ortaya çıktığı görülmektedir.

Kuran eğitimi alan okullarda çocukların ezberleme becerisinin olması da yanıltıcı olan faktörler arasında olabilmektedir. Tabi ki işitsel olarak ezberleyebilmesi çok önemlidir ama birkaç sene kuran eğitimi almasına rağmen kuran harflerini öğrenemiyor olmak ya da birleştirme işlemini yapamıyor olmak dikkate alınması gereken bir nokta olmaktadır. Bilimsel bir veriye dayanarak söyleyemiyorum ama okulöncesi eğitiminde bunu yapmakta zorlanan çocukların latin harflerini de öğrenmekte zorlandığını görebilmekteyim. Öğrenme mekanizmaları farklı olabiliyor çocukların, önemli olan bu durumun farkında olmak ve acele etmeden çocuğa uygun eğitim- öğretim tekniklerinin kullanılması olacaktır.

Çocuğunuzun yeterli olgunluğa erişip erişmediğinden emin olduktan sonra sürece şekil vermeniz çok önemlidir.

Akranım Zorba Mı?

Zorbalık ne demek? Bir çocuğun veya gencin aynı grubunda bulunan ya da yaşıtı diyebileceğimiz kişi, kişilerden fiziksel, sözel, davranışsal olarak zarar verici davranışlara maruz kalmasıdır. Yahut, kişinin  bu şekilde maruz bırakmasıdır.

Hem yaşayan hem de yaşatan açısından üzücü bir davranıştır. Zaman zaman acaba maruz kalmamış olan kişi var mıdır diye düşünüyorum? Damdan düşen Nasreddin Hoca: “Beni ancak damdan düşen anlar” demesi gibi bu zorbalığı yaşamış kişiler daha kolay empati kurabilirler. Özellikle okul sıralarında fazlasıyla karşılaştığımız bu görüntünün daha etkili ve derinden çözümlere ihtiyacı vardır.

Nezih duruşumuzu kaybediyoruz. Karşımızdaki insanın da bir insan canlısı olduğunu hesaba katmayı es geçiyoruz Her şeyin tehdit, aşağılama ve kaba kuvvetle aşılabileceğini düşünen çocuklar yetiştiriyoruz.

Bir danışanım bir gün oğlunun yabancılara karşı sokakta çok çirkin davranışlar sergilediğini, onlara hakaret ettiğini  ve bu ırksal davranıştan ne kadar  hoşlanmadığını ifade etmişti. O yaşta bir çocuğun bu algıyı nasıl oluşturduğunu merak ettiğimde, görüşmenin ilerleyen safhalarında asıl bu söylemleri haberleri izlerken ebeveynlerin kendilerinin kullanmış olduklarını anladım.

Diğer bir örnekte, beşinci sınıf öğrencisinin resmen zorbalıkları ile sınıf arkadaşlarını sindirmiş olduğunu ve artık öğretmenlerine söyleme gereği bile duymadıklarını gördüm. Öğrencinin annesi ile görüştüğümde külhanbey abilerinin olduğunu ve onlara ne kadar saygılı davrandığını söylemesi üzerine çok da şaşılası bir durum olmadığını anladım.

Sebepler ortada, sonuçlar ortada. Yapan maruz bırakıyor, yapılan maruz kalıyor. Burada maruz bırakan kişileri;  bu davranışları ile hangi amacı güttüklerini, nasıl bir eksikliği ya da fazlalığı barındırıyor olabileceklerini derinlemesine çalışmalı ve aile dinamiklerini de sürece katmalıyız. Peki, maruz bırakılan kişi? Hayat boyu bu izleri taşıyabilecek kişiler?

Sorun: Tek vagon!

Söylemekten usanmayacağım konular arasında ilk sıralarda yer alıyor: YEMEK.

3 yaşındaki çocuk annesine: Neden biberon kullanıyorsunuz? Bardak kullanamıyor mu?

Bilmem hiç denemedim ?

Yemeğini kendisi yiyebiliyor mu?

Yer ama çorba içemez.

Denediniz mi?

Hayır, yani küçük daha sulu şeyler için. Temiz kalsın hem, hep üstüne döker…

4.5 yaşındaki çocuk ebeveynine: Kendi kıyafetlerini giyebiliyor mu?

Denemedim. Hem ben annesi değil miyim? Tabi ki ben yapacağım. Yapmaktan çok keyif alıyorum.

Yıllar önce bir arkadaşımın; ilerde bir çocuğum olursa ayakkabı bağlarını bağlaması için bana muhtaç olmasını çok arzularım dediği geliyor aklıma… Umarım hala aynı fikirde değildir.

En fazla gözden kaçırılan durum şu: Gelişimin bir süreç halinde olduğu ve trenin vagonları gibi birbiri ile çok ilişkili olduğudur.

Genelde şikayet edilen konu trenin bir vagonudur. Trenin diğer vagonlarının durumu sorulduğunda görüşme inanılmaz uzar ama tek bir vagonla hiçbir zaman problem çözülemez.

Konu; kardeş kıskançlığı, inatlaşma, özgüven eksikliği, etkinliklere katılmada isteksizlik…  Ve bu konuların uzantıları çocuğun biberon kullanıp kullanmadığına, bezden çıkmış çocuğun gece bağlanan bezinin sabah üstünden çıkarılmasına, elinden tutulmadan kaldırımda yürünmesine, yaptığı olumlu davranışlarının olumsuzların arasından cımbızla ayıklanmamasına kadar uzamaktadır.

Uzantılar var olan problemlerin alt yapısını beslediği için bu alanları da iyileştirmeliyiz. Maalesef genel algı sihirli çubuğun sadece ilgili kısma dokunması gerekliliği yönünde olmaktadır. Doğal olarak da iyileşme aksaklıklarla boğuşarak gerçekleşmeye çalışmaktadır.

Kadının vicdan gözyaşı…

Bir yerlerde hata olduğunu anlıyorum ama şu an zamanı değil belki de…

Kadınlar hem çok güçlü hem çok yorgun, hem işini yapıyor hem bir yandan çocuğunu düşünüyor, hem evine ve kendine maddi olarak kazanç sağladığından mutlu hem de izin alması gereken durumlardan dolayı mutsuz…

Terazinin kefesi hep çıkmazda. Kadınlar yetişemiyor. Bir şeylere yetişmeye çalışırken geçen zaman, hem ruhen hem bedenen çok yıpratıcı oluyor.

Bir yerde hata var ama düzeltmek için zamana ihtiyaç var. Çünkü bu şekilde bir yaşam kadını içinde bulunduğu roller içerisinde sıkışıp kalmasına sebep oluyor.

Haftanın ilk günü bu yazı nerden mi çıktı?

Hasta çocuğu ile tüm gece uyumamış, emziremediği için günden güne sütü azalmış, sabahın erken saatinde annesine bırakmış olduğu çocuğunu bir daha 10 saat sonra görecek bir annenin, evindeki işleri yarım kalmış, eşi ile vakit geçiremeyen bir kadının vicdan gözyaşlarından döküldü bu kelimeler.

Ebeveyn Olmadan Önce!

Yeni doğan bir bebeğin ihtiyaç duyduğu bakım ve korunmaya, dünya üzerinde hiçbir canlı muhtaç değildir. Bir bebeğin çevresinin ve özellikle annesinin olumlu/olumsuz tüm davranışları onun hayatı üzerinde belirgin izler bırakır. Davranışlarımız üzerinde kalıtım ve çevrenin hangi oranda etkili olduğu konusu sürekli tartışılmaktadır. Son yıllardaki gelişmeler, kalıtımla gelen kısmın eğilimlerimizi belirlerken, bu eğilimlerin nasıl bir kişilik özelliğine döneceğine ise çevrenin şekil verdiğini ifade etmektedir.

Yeni doğan bir bebek için ilk etapta ilgilendiği tek kişi annesidir. İlk akla gelen annenin en asli görevinin bebeğinin temel ihtiyaçlarını (açlık, ısınma, altının temizliği, bedensel rahatsızlıkları…) gidermek olduğudur. Bununla birlikte temel ihtiyaçların ön planda olduğu ilk senede gözden kaçırılmaması gereken bir diğer ihtiyaç ise güven duygusudur. Bebeğin bir yetişkine güven duymayı öğrenmesi çok önemlidir. Çünkü çevreye duyulan güven ile kişinin kendisine duyduğu güven arasında çok derin ve güçlü bir ilişki vardır. Kişi kendisine güvendiği takdirde çevresinden korkmaz ancak kendisine güvenmediği durumda çevresinden korkar ve kendisini çaresiz hisseder. Binanın temelinin sağlam olması ne kadar önemliyse bir insanın da güven duygusunu ilk yıllarında kazanması o denli önemlidir.

“Altıncı his” diyerek tabir ettiğimiz sezgicilik toplumumuzda özellikle annelerimizin en sık kullandığı ifadelerdendir. “Hissediyorum, oraya gitmen senin için iyi olmayacak ya da içimden bir ses bunu söylemen gerektiğini söylüyor…” gibi cümleleri pek çoğumuz duymuşuzdur. Peki, biz yetişkinler bir şeyleri sezerken, bebeklerimiz neler yapıyor? İşte bu kısım çok önemli: Bebekler sezgiledikleri şeyleri tamamen bilinçaltına geçirirler. Annelerinin kendilerine olan tutumunun içten ya da zoraki, sevecen ya da gergin olup olmama durumlarını rahatlıkla sezebilirler. Ve güven duygusunun oluşumunu sezgi gücünü kullanarak başarırlar.

Bebeğin temel güven duygusunu kazanmasında en önemli etmenler arasında KAYGILI EBEVEYN figürü vardır. Bu durum oldukça yaygın görülen ve bir bebeğin geleceği için oldukça sıkıntılı bir süreci barındırmaktadır. Kaygılı ebeveyn, yaşamın getirdiği sorumlulukları üstlenemeyen ve ebeveynlik rolüne tam olarak hazır olmayan kişilerdir. Çoğunlukla bu kişilerin kendi anneleri ya da babaları da   kaygılı kişiliklerdir. Çünkü kaygı, çok bulaşıcı bir duygudur. Bebek, ebeveyninin kaygısını kendisiyle içselleştirir ve gelecekte sürekli telaşlanan, tedirgin bir yetişkin olma adayı haline gelir.Ebeveynlerin anne-baba olmadan önce kaygılı bir yaşam tarzına sahip olup olmadıklarını değerlendirmeleri önemlidir. Kaygılı olma durumu salt olarak ebeveynlik rolünün bir getirisi olamamakla birlikte, günlük işlevsellik üzerinde de zorluklar yaşatır.

Temel güven duygusu üzerinde önemli olan bir diğer etmen ise TUTARLI DÖNGÜ’dür. Bebeğin ihtiyaç duyduğu beslenme ve uykunun bir döngüyü takip etmesi çok önemlidir. Buna kısaca düzen de diyebiliriz. Bebek aileye katıldıktan sonra ebeveynler, bebeklerinin kendilerine uyum sağlamasını beklemektedirler. Ancak olması gereken, bebeğe göre şekillenilmesi ve bir düzen oturtulmasıdır. Hergün aynı saatlerde beslenmesi, gün içi ve akşam uyku saatlerinin düzenli olması bebeğin büyürken ihtiyaç duyduğu güven kaynağıdır. Askeri bir disiplinden bahsetmiyoruz tabi ki ama düzeni oturtmak için dikkat edilmesi gereken hususları da gözden kaçırmamalıyız. Yaşamın ilk yıllarında tutarlı bir hayat yaşayan yetişkinlerin hem okul hem sosyal yaşamlarının daha kolay ve olumlu geçtiği görülür.

Sürekli kullandığım bir ifade vardır: Herkes biyolojik olarak anne-baba olabilir ancak duygusal anlamda bu duyguyu herkes yaşayamaz herkes hazır olamaz. Toplumumuzda çok yaygın bir tutum olarak gördüğüm, bebeğin bir oyuncak olarak görüldüğüdür. Ve bu oyuncağa olabildiğince sınırsız, müsahamakar ve tutarsız davranışlar sergileyen ebeveynler ve çevrenin yaklaşık beş-altı sene sonunda soluğu danışmanlık merkezlerinde, hastanelerde almış olduğunu görüyorum.“Sihirli bir çubuğunuz var mı? Çocuk, okula başlayacak ve işler hiç yolunda gitmiyor.” Bizler de bu durumun yaşanmaması adına toplumumuzun her kesimi için farkındalık çalışmaları yapıyoruz.

Biz uzmanlar, her zaman ihtiyaç dahilinde görev yerimiz neresi olursa olsun yardımcı olabilmek adına çalışıyor ve bunu severek yapıyoruz. Ancak istiyoruz ki bir şeyler biraz daha fazla duyulsun ve fark edilsin. Eğitim programları daha fazla takip edilsin, daha fazla kitap okunsun, akıllı telefonlara bakan ebeveyn profili azalsın, (ihtiyaçtan) daha fazla kazanmak için akşam çocuğunun uyku saatini kaçırmayan babalar artsın, çocuğunu oyalamak için çantasından tablet çıkaran değil kalem-defter-kitap çıkaran ebeveynler çoğalsın

Gerekli olan şey sadece biraz değişim. Ebeveyn olmadan önce LÜTFEN düşünün!

Gelişim ve değişim kelimeleri size ne ifade ediyor?Hayatınızda ne kadar yer alıyor?

Çocuk yetiştirmek, bir yetişkini şekillendirmektir.

Çocuk yetiştirmek, ebeveynin kendisini yetiştirmesidir.

Çocuk yetiştirmek, gelecektir.

Çocuk yetiştirmek, sorumluluk ve fedakarlıktır.

Çocuk yetiştirmek, örnek olmaktır.

Çocuk yetiştimek, ekip işidir.

Çocuk yetiştirmek, okumaktır, okumaktır, okumaktır.

Kaynak: Geçtan, E.(2018). İnsan Olmak. (16.Basım). Metis Yayınları:İstanbul

 

Gece işçisi

Bir süre sonra anladım gece yarısı çöp kutumuzdan gelen sesleri. Her gece belli saatlerde ihtiyacının orda onun için hazırlanmış olduğunu bilerek gelen, bir gece işçisiydi.

Maalesef geri dönüşüm konteynırlarının yeterince bulunmadığı bir noktada bulunduğum için geri dönüşüme gidebilecek tüm çöpler de diğer çöplere karışıyor. Çöpü açarak oradan bulacağı şeylerden bir kazanç elde etmek zorunda olan bir grup insan var. Bu kişiler bizim insanımız. Geçimlerini bu şekilde karşılıyorlar. Kim geçimini çöp kutularını açarak, çöpleri ayırarak sağlamak ister ki?

O nedenle biz de evimizde iki çeşit çöp bulundurmaktayız. Bu sayede hemen ihtiyacını barındıran poşeti alabiliyor çöplerden. İstiyoruz ki geri dönüşüme gönderemediğimiz çöplerimiz bu çalışan kişiler aracılığıyla satılsın hem onlar kazansın hem de çöpler değerlendirilsin.

Yapıştırırım bak seni

Harem’e gitmek için servis beklediğim otobüs bürosunda yetkili bir kadın vardı. Kapının önünde çıktığında yan dükkandaki beş yaşlarındaki erkek çocukla konuşmaya başladı. Anladığım kadarıyla yan dükkanda tamir vardı ve kadın yarı şaka yarı ciddi olarak çocuğa dükkana girmemesini söylüyordu. Maalesef üslubu hiç hoş değildi. Çocuğu korkutmaya, otoritesini kendince kurmaya  ve dediğini yaptırmaya çalışıyordu.

Bunun üzerine şaşkın gözlerle kadına bakan çocuk o tatlı gözlüklerinin arkasından, elinde tuttuğu silikon tabancasını kadına yönelterek “ bak seni bununla yapıştırırım” dedi. O nasıl bir tepkiydi öyle küçük çocuk. Ve sonra kadına arkasını dönerek “ boyacı gelene kadar girebilirim”  dedi ve girdi. Yaşın küçüktü güzel çocuk ama sadece ‘yaşı büyük’ olan bir yetişkinle güzel konuştun. Teşekkürler…

Bir gözlerine baksan!

Metroda çocuğuyla yolculuk etmek durumunda kalan annelere denk gelirim sıklıkla. Kiminin  keyifli, kiminin de işkenceli geçen yolculukları çok gözlenebilir oluyor. Bunu gözlemlemek için yapmıyorum. Çok insani bir durum bu.

Uzun bir yolculuk olacaksa çocuğunun oyalanabilmesi için değişik olanaklar sunanlar oluyor. Kimi tablet ve telefonu kullanıyor, kimi muhabbet ediyor kimi de tartışıyor, gözleriyle ve ağızlarıyla dövüyor. Her ebeveynin farklı bir yöntemi olmasını saygıyla karşılıyorum. Sonuçta her çocuğun mizacı aynı özellikte olmuyor. Kimi ile yolculuk yapmak daha kolay kimi ile daha zor.

Benim anlamadığım nokta çocukları ile metroya binmeyi göze alan ebeveynin çocuğunun durumunu anlayamıyor olması. İnanılmaz kalabalık ve sıcak bir ortam ama çocuk hırkasıyla oturuyor ve bir süre sonra bunalmaya başlıyor. Gidip o hırkayı çıkarasım geliyor yazık değil mi bu çocuğa diye. Çocuğun uyku sersemliği gelmiş anne onu bir nebze sakinleştirmek yerine uyumadığı için kızıyor, o kızdıkça çocuk daha fazla ağlıyor. Çocuğa bir iki parmak oyunu yaptığımda dikkatini dağıttığımda biraz daha oyalanabiliyor. Yani bir şarkı mırıldanmak, bir el oyunu oynatmak, bir oyuncakla ya da yiyecekle meşgul etmek bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum.

Bazı ebeveynler görüyorum bebek arabaları ya da sırt  çantaları acil durumda alınacaklar çantası gibi hazırlanmış oluyor. Olası her türlü ihtiyacını barındırıyor. Oyuncağı, yiyeceği, suyu, yaş grubuna göre kalemi, kitabı…  Çocuğunuz varsa ve cüzdan büyüklüğünde çanta kullanmayı tercih ediyorsanız bu saydıklarımın hiçbiri çok da mümkün olmuyor tabi.

Az önce metro da iki yaşlarında uyku sersemliği gelmiş bir bebeği gözleriyle, mimikleriyle ve ağzıyla döven bir anneden sonra hissettiklerimi aktarmak istedim sadece. Keşke o ufacık çantanda çocuğunun oyalanabileceği birşey olsaydı. Yok muydu? En azından bir gözlerine baksaydın da çocuğunun gözlerindeki sıkıntıyı görseydin. Çünkü ben bir yabancıydım ama iliklerime kadar hissedebilmiştim.